top of page

Savunma Teknolojileri 101


Serimizin giriş bölümünden sonra ilk içeriği bol bölümüne hoşgeldiniz diyerek başlayalım. Bu bölümde daha çok eski zamanların savunma teknolojilerinden bahsedip modern dönemlerin teknolojilerine yalnızca üstünkörü değinmiş olduk. Bazı konulara az değindiğimizi düşünüyorsanız sizi diğer bölümlere de bekleriz. Yarının işini yarına bırakıp bugüne dönecek olursak işte bu bölümde bulabilecekleriniz:


  1. Giriş

  2. Antik Dönemler Ve Klasik Silahlardan Önce Savunma Teknolojileri

  3. Modern Savunma Teknolojileri

  4. Post Modern Savunma Teknolojileri

  5. Savunma Sanayii ve Türk Savunma Sanayii (SSB)

  6. Kapanış



A. Giriş

Önceki bölümde teknolojiden ve bunun savunma için kullanılmasının öneminden bahsetmiştik. Bu ilk bölümümüzde ise biraz geçmişe göz atalım istedik açıkçası. Teknolojinin sadece elektrik gibi şimdinin ışıltılı mucizeleri olmadığını söylemiştik. Teknoloji; döneminde hayatı kolaylaştıran, onu kontrol etmemize izin veren araç gereçler ve bilgilerdir. Mesela avcı toplayıcı dönemle ilgili konuşacak olursak teknoloji avlarını yakalamalarına yardım eden sivri taşlardı, Çin barutu icat ettiğinde günün teknolojisinin yönünü çevirmişti, Rum Ateşi olarak bilinen kimyasal Fatih onu fethedene kadar Konstantiniyye’nin en önemli sur savunma silahıydı… Örnekleri çoğaltabiliriz görüldüğü üzere. Ama teknolojiyi kullanmayı bilenlerin ondan oldukça yarar gördüğünü anlatmaya metnimizin diğer bölümlerinde devam edelimizninizle.






B. Antik Dönemler Ve Klasik Silahlardan Önce Savunma Teknolojileri

İlk silahlanma ve savunma girişimleri elbette ki ondan çok daha güçlü konumda olan doğayla mücadele eden ilk insanların çabaları sonucu gelişmişti. Afrika’da keşfedilen bulgulara göre insanoğlu bundan yaklaşık 64.000 yıl önce vahşi hayvanların saldırılarından korunmak için taşları keskinleştirip zarar verecek hale getirmeyi öğrendi. Bu taşlardan oklar, mızraklar ve yaylar yaptı. Başta Afrika, Orta Doğu ve Güney Avrupa’da olmak üzere medeniyet geliştikçe taşlardan daha nitelikli materyaller kullanmaya başladılar, hayatları gün geçtikçe daha da kolaylaştı.



Başka bir örnek de MÖ 2000’li yıllardan sonra tarihte önemli yerler edinmeye başlayacak olan Asurlulardır. Asurların tarihte silahlarında demiri kullanan ilk orduya sahip olması onlara uzun süre ordularının gücüyle çok geniş topraklarda büyük hükümdarlıklar kurma imkanı vermiştir. İnsanlık, uzun bir süre boyunca bizim şimdi basit diyeceğimiz silahları kullanmış olsa da bu konudaki üstünlüğün onları düşmanlarına karşı avantajlı tutacağını hep bilmiştir. Askeri strateji ve teknoloji üzerine çalışmaların oldukça ciddiye alınmış olduğunu tarihi bulgular bize kanıtlamıştır.



Silahlanmadan ve bu uygulamanın bilgisinden bahsederken elbette ki Çin’in barutu icadından ve ona oldukça yakın dönemde kullanımda olan Rum ateşinden bahsetmemek olmaz. Çin’in insanlık tarihini bu denli etkileyecek barutu (güherçile, karbon ve sülfür) silah ve savaşlarda kullanmaya başlaması ise 10. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Yine Çin bu barut teknolojisini de kullanarak silah namlusu ve mermi topu gibi savunma teknolojileri geliştirip girdiği savaşlarda hep üstünlük kazanmıştır. Önce içi boş bambu çubukları daha sonraysa dökme demir namlularıyla düşmanlarının gözünü korkutmuştur. Bunun gibi askeri başarılarından biri de mancınık sistemlerini geliştirmedeki yetenekleridir. Barut ve bunun ehemmiyetini iyi kavramaları onlara uzun yıllar hükümdarlık getirmiştir.



(Basit mancınık tasviridir.)



Bir süre sonra barut ve ateşli silahlar da Çin’in Türklerle komşuluğu, bu teknolojilerle bizzat sahada tanışıklığımız ve savaşçı bir millet oluşumuz sebebiyle biz Türklerin de ilgisini çekmeye başlamıştı. Süvari ve piyade birlikleri önem kaybetmeye yavaştan başlar, Hindistan’da ilk roketler gözlemlenir ve İslam kültürü Türk kültürüyle tanışırken ateşli silahlar insanlığın kaderinde çok büyük roller üstlenmeye başladı. Her ne kadar “Tüfek icat olundu, mertlik bozuldu.” deyip dursak da ateşli silahlar deyince çok uzun yıllar boyunca en büyük gücün Türk ve İslam Devletleri olduğu gerçeği değişmedi. Belki savaşla ve hâkimiyetle olan bağımız, belki teknik bilgiyi takip etmekteki hevesimiz, belki de İslam’ın genişleme ve ilerleme politikası… Bir şeyler bizi bu alanda en iyi olmaya sürüklerken ellerinden geleni yapmaktan da geri durmamışlar anlayacağınız. (Bknz. karadan gemiler yürütmek, havan top gibi bir teknolojiyi icat edip kalelerin ardına gizlenen feodal beylerin dönemine sağlam bir darbe vurmak vs.)



(İstanbul’un Fethi için bir tasvirdir)


Başka bir örnek olarak da Rum Ateşi; yaklaşık 7. yüzyılda icat edilmiş, çoğumuzun İstanbul’un fethinden (1453) bildiği, bu bölgede kale/sur savunmasında oldukça yaygın kullanılan bir tür kimyasal silahtı. Kızgın kömür, kükürt ve zift gibi maddelerin bir karışımı olan bu silah suyla temasında sönmek bir yana ateşini arttırıyordu. Yani Rum Ateşiyle yanmakta olanların ölüme terk edilmekten başka çareleri yoktu. Bu sebep onu hem karada hem de deniz savaşlarındamüthiş bir silah haline getirmişti.




(Rum Ateşi’nin bir deniz savaşı esnasında kullanımının tasviridir.)



C. Modern Savunma Teknolojileri

Askeri teknolojiye yaptığımız büyük katkılardan sonra Dünya çok hızlı birşekilde teknolojiyle yakınlığa girişti. 16. yüzyıldan itibaren buhar gücüyle çalışan makineler, makineli silahların Avrupa’ya gelişi (1800ler), lojistik ve teknolojideki hızlı gelişmeler (ray hatlarının gelişmesi, telgraf, radyo dalgalarının kullanımının artması, vs.), mühimmatlardaki çeşitlenme, medikal kurumların savaş alanlarında sağladıkları faydanın arttırılması (modern hemşirelik), torpido, denizaltı ve son olarak da uçakların hayatlarımıza hızla girişi… Modern Çağ’ın silahlanma ve savunma teknolojilerinin saymakla bitmeyeceğinden eminiz bu yüzden bunları daha sonraki bölümlerde özel olarak bahsetmeye çalışacağız.



(Buhar motorunun çalışması)



D. Post-Modern Savunma Teknolojileri ve Gelecek



Uçaklar, denizaltılar, torpidolar derken insanlık bilim ve mühendisliğin bize çok daha fazla güç verebileceğini keşfetti. Mucize ya da olanaksız olarak bildiklerimizin bu uygulama bilimleri sayesinde gerçeğe dönüşmesi herkesi şaşırtsa da çok hızlı adapte olduk. Radar sistemlerinin gelişmesi bize Dünya’yı daha kolay tanımlama yeteneği verdi. Sağını solunu bildiğimiz Dünya’da binlerce yıldır özendiğimiz kuşlar gibi kolayca hareket ettik, büyük okyanusları aşmak yıllar alırken hatta bir zamanlar imkânsızken buharlı motorlarla sularda da hâkimiyet kurduk. Doğanın üstün gücü artık zaten insanoğlu olduğundan bu kez birbirimize karşı “tetikte kalmak” için çabaladık.


(Resimde Hawker Hurricane, İngiliz yapımı 2. Dünya Savaşı avcı, arayıcı, avcı-bombardıman uçağı çizimi.)



Bilim ve teknolojinin gücüyle atomun dahi içini keşfettik. İçindeki muazzam güç hayallerimizden çok daha fazlaydı, onu da kullanmanın yolunu bulduk yine de. Keşfetmediğimiz, icat ettiğimiz başka bir şey tarih sahnesindeydi bu sıralarda: Bilgisayarlar. Bambaşka bir yöne çekti savaşlar/savunma hallerini. Siber savaşlar sürerken de kafamızı biraz daha yukarı kaldırıp uzay denen yeni bir bilinmezi fark ediverdik. Geleceğimiz ise yalnıza son 500 yılda aldığımız yola bakarsak oldukça öngörülemez. Ancak geleceğimizin uzayda olacağına ve binlerce yıldır bize hayat sağlayan bu gezegenin sınırlarını oldukça zorladığımıza dair çok çeşitli fısıltılar olduğu da doğru.



(İnsanlığın kendini kendinden korumak için inşa ettiği bir sığınak, Cheyenne Dağı Kompleksi)



E. Savunma Sanayii ve Türk Savunma Sanayii

Silahlanma yarışları sebepli buhar makinesinin de yaşamımıza girdiği dönemlerde seri üretim oldukça önem kazanmıştı. Bu yüzden sanayileşme hareketlerine savunma teknolojileri de ayak uydurdu. Dünyanın hızla sanayileşmesi yanında Osmanlı’ya buhar makinesinin gelmesi geçmişteki öncü davranışlarına rağmen ancak 1834 sularında oldu. Türkiye Cumhuriyeti Savunma Sanayii Başkanlığı’nın resmi web sitesindeki tarihçesinden ilerleyeceksek Savunma Sanayimizi altı başlık altında incelememiz gerekir:


❖ 1923 ve öncesi

Dediğimiz gibi Osmanlı’nın yükselme ve kuruluş dönemlerinde ciddi bir askeri güç olması onu bu konuda ciddi üretim geliştirmelerine yönlendirmiştir. Yükselme döneminde top ve savaş gemileri gibi önemli araç ve gereçlere tamamen yerli imkanlarla sahip olmuş, ordularının teçhizatı açısından düşmanlarını ona karşı geri tutmuştur. Avrupa’nın çok ilerisinde olan savaş gemisi üretim kapasitesi ve teknolojisi onu yenilgilere rağmen uzun süre ayakta tutmayı başarmıştır. (bknz 1571, İnebahtı Deniz Savaşı)



❖ 1923-1950 dönemi

Türk savunma sanayii, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’daki teknolojik gelişmelerin gerisinde kalmaya başlamış ve Birinci Dünya Savaşı sırasında da etkinliğini büyük ölçüde yitirmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında daha mühim işler olduğundan bu dönem savunma sanayimiz için birkaç küçük sayılabilir girişim dışında pek verimli bir dönem değildi.

Bu dönemde diğer birçok gelişme gibi savunma sanayinin gelişmesinin de devlet eliyle yapılması planlanmış, kalkınma hareketlerinin önemli bir parçası olduğu kabul edilmiştir. Başta 1921 yılında Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü’nün kurulmuş. Onu Türkiye'nin ilk özel sektör savunma sanayi fabrikasının temellerinin , 1925 yılında Şakir Zümre tarafından, atılması takip etmiştir.

Havacılıkta ilk gelişmeler ise 1926 yılında Tayyare ve Motor Türk A.Ş.(TamTAŞ)’nin kuruluşu ile olmuştur. 1940 yılında Nuri Demirağ uçak fabrikası tarafından NUD-36 eğitim uçağı 24 adet imal edilmiştir. Türk Hava Kurumu tarafından 1941 yılında Ankara’da kurulan uçak fabrikası, 1944 yılında üretime başlayıp birçok başarıya imza atmıştır.





İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından sağlanan hibe ve yardımlar ile Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) girişi; henüz kuruluş aşamasında bulunan savunma sanayiinin gelişmesini durdurmuştur.


❖ 1950-1974 dönemi



Bu dönemde savunma sanayi alanında dış yardım ve dış alım politikası uygulanmıştır. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla başlayan süreçte savunma ürünlerinin yurt içinde üretimini engellemiştir. TSK’nın yurt içi siparişlerinin azalması askeri fabrikaların verimliliklerini yitirerek milli bütçe üzerinde yük olmasına neden olmuştur.







ABD tarafından sağlanan askeri yardımların savunma sanayiinin gelişimi ve ekonomi üzerinde yaratmış olduğu bu olumsuzlukların yanı sıra Truman Doktrini kapsamında ABD ile imzalanan anlaşmada yer alan “askeri yardım kapsamında sağlanan malzemelerin amaçlarının dışında kullanılamayacağı” yönündeki hüküm 17 yıl sonra Kıbrıs bunalımında Türkiye karşısına büyük bir engel olarak çıkmıştır.


İkinci (1968-1972) ve Üçüncü (1973-1977) Beş Yıllık Kalkınma Planlarında yerli ve milli bir savunma sanayisine sahip olmamızın önemi vurgulanmış ve bunun için yapılacak çalışmalara hız kazandırılmıştır.


❖ 1974-1985 dönemi

1974 Kıbrıs bunalımı sırasında, az önce de bahsedildiği gibi verilen silahların kullanılması hususunda çıkan sorunlar savunma ihtiyaçlarının karşılanmasında diğer ülkelere bağımlı hale gelmenin sakıncalarını gözler önüne sermiştir. Bunun ardından yapılan çalışmalarda milli yapılanmanın önemi vurgulanmıştır.


Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasındaysa ASELSAN, HAVELSAN, ASPİLSAN gibi devlet sermayesine dayalı yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Ancak yaşanan bu gelişmelere karşın mevcut kaynaklarla TSK’nin 1950’lerden itibaren biriken savunma teçhizatı açığının kapatılmasının mümkün olamayacağı anlaşılmış, 1983 yılında TSK’nin donatımı ve ihtiyacı olan her türlü mühimmat, araç ve gereç ile bunların yapım, bakım ve onarımlarında kullanılacak parça, hammadde, ilaç üretmek; seri halde yenilemek ve büyük tadilat işlerini yapmak amacı ile bir kamu iktisadi kuruluşu olan Savunma Donatım İşletmeleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur.




❖ 1985-2006 dönemi

1985 yılında 3238 sayılı Kanun ile savunma sanayinin geliştirilmesi ve TSK’nin modern hale getirilmesi amacıyla Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SAGEB) kurulmuş, Başkanlık 1989 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) olarak yeniden yapılandırılmıştır. Milli, yerli, dinamik, modern ve güçlü bir savunma sanayii hedefleyerek yola çıkılmıştır.




❖ 2006 sonrası

2001’deki ekonomik sıkıntı döneminde dışa dönmek denense de kamudan yeterince destek göremeyen bu hamle 2006 sonrasında savunma sistem tedariklerinde yerli ana yüklenici hedeflerle yer değiştirmiştir. 2006 yılında yayınlanan 9. Kalkınma Planı (2007-2013)’ndan sonra “Ulusal savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını yurtiçi etkin çözümler geliştirerek karşılayabilen, uluslararası rekabet gücüne sahip bir savunma sanayii altyapısına erişilmesi” hedefleri savunma sanayiine oldukça olumlu geri dönütler kazandırmıştır.

TSK’yi; geleceğin muharebe ortamına hazırlayacak, savunma ve güvenlik teknolojilerinde yetkinlik kazandıracak programların hizmete alınmasıyla, Türkiye’nin yurtdışına bağımlılığı önemli ölçüde azaltılmıştır. MİLGEM Korveti, Altay Tankı, Atak Taarruz Helikopteri, Anka ve Bayraktar İnsansız Hava Araçları, Göktürk-1 Gözetleme uydusu, Milli Piyade Tüfeği başta olmak üzere birçok çalışma savunma sanayinde bağımlılığı azaltan projelerin sonuçlarıdır.




F. Kapanış olarak

Açıkçası şimdilerde savunma sanayii dendiğinde yine akıllara gelen güçlerden olmamız hem tarihte kaybettiğimiz gücümüzü geri kazandığımızın hem de yapılan geliştirme çabalarının bizleri başarıya götürmekte olduğunun kanıtı olduğunu düşünüyorum. Atılmış adımların, atılanların, geçmişteki tökezlemelerimizin hiçbirinin önemini unutmadan geleceğe ve ilerleyişimize olumlu açıdan bakarak elimizden geleni yapmalıyız.






KAYNAKÇA


224 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page