Bu yazımızda sizlerle dönemin Osmanlı padişahı Abdülmecid zamanında Osmanlı Balkan toprakları olan Eflak ve Boğdanı işgali sonucu başlayan Kırım Harbini inceleyeceğiz.
Savaşın Osmanlıya olan etkisini görmek için öncelikle dönemin Osmanlısına bakalım. Savaş döneminde ülkenin padişahı olan Abdülmecid batılılaşmanın ilk somut örneği olan Tanzimat rmanını yayınlamıştı. Sonrasında gelecek olan Islahat manı ile bu fermanlar imparatorluktaki gayrimüslim vatandaşların da hakkını korumayı hedefliyor, coğrafya ve kültür nedeniyle çok farklı yapılardaki uluslardan oluşan imparatorluğun bağlarını güçlendirmeye çalışıyordu. Askeri açıdan ülkenin durumuna bakmamız gerekirse çok geriye gitmeden ülkenin en önemli askeri reformlarından biri olan 1826'da 2. Mahmud'un ülkenin asayişini etkilemeye hızla devam eden ve padişahların dahi huzurunu kaçıran Yeniçeri Ocağını lağvedilişini görürüz. 2. Mahmud'un bu ordunun yerine getirdiği Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adı verilen ordu giyimi, askeri yapısı, işleyişi ile yeniçeri ordusundan tamamen farklıydı. Savaş döneminin padişahı Abdülmecid bu reformların devamında bahsettiğimiz gibi Tanzimat Fermanıyla orduyu genişletmiş, çoğu belirsiz duruma sınırlamalar getirmiştir. Osmanlı bu düzenliliğe geçişin savaşta etkisini görmüştür.

(Franz Roubaund'un yağlı boya tablosu Sivastopol Kuşatması (1904))
Savaşın başlama nedenlerine bakmamız gerekirse dönemin Avrupasının kurulan yeni devletler, oluşan yeni akımlar, milletlerin bilinç değişiminin yavaş yavaş oluşmasının dönemin coğrafyasına 100 yıldan fazladır etki etmesinden dolayı beklenenden çok daha fazla nedene . İlk ve savaş döneminde en çok anılan neden “Kutsal Yerler Meselesi” idi. Osmanlı devletinde Protestanlık pek yaygın olmadığından Hristiyan camiası Katolikler ve Ortodokslardan oluşuyordu. Fransa yüzyıllardır sahipliğini ve korumasını üstlendiği katoliklerin haklarını 1852 yılında Osmanlı ile yenileyerek Osmanlı içinde gücünü göstermeye devam etti. Rusya Fransa'nın Katolikleri sahiplenmesini bir güç çatışması olarak görüyordu, bu nedenle 1833 yılında yaptığı Hünkar İskelesi Antlaşması ile alıp 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile kaybettiği Osmanlı içindeki Ortodoksların korunma hakkını üstüne almak istedi. Büyük devletlere göre bu durum çok daha büyük bir güç çatışmasıydı. Bu hakların büyüklüğüne örnek olarak Hünkar İskelesi Anlaşmasındaki herhangi bir savaş durumunda boğazların savaş kapatılıp sadece açılacağını gösterebiliriz.
Savaş öncesinde Rus halkına savaşın propagandası dini sebepler üzerinden yapıldı. Lakin savaş başlangıcında devlet büyükleri arasında yapılan yazışmalar incelendiğinde halka ve diğer devletlere gösterilmeye çalışıldığının aksine kimsenin savaşın amacı olarak Ortodoksların haklarının korunmasını görmediği görülmüştür. Dönemin Rus Çarlığının ileri gelenleri bu atılımı Londra Boğazlar Sözleşmesinde adımlarca geriye gittikleri sıcak sulara inme, boğazları kontrol altında tutabilme ve yüzlerini Avrupaya çevirme amacıyla yapıyordu.

(16 KASIM 1855 tarihinde Rus gazetesinde Rus halkına güven aşılama amaçlı yayınlanan provokatif görsellerden biri)
SAVAŞIN BAŞLANGICI
1853 yılının başlarında Rus diplomatları Osmanlı ile Ortodoksları himayesi altına alma ve haklarını genişletme amacıyla görüşmelere başladı. Savaşın başlangıcından itibaren 2 yıllık komutanlık yapacak olan Prens Menshikovun İstanbul'daki görüşmeleri kendisinin diplomatik nezaketten uzak tavırları ve istekleri nedeniyle Babıali tarafından sonuçsuz bırakılmıştır. Son görüşme tarihi olan 17 Mayıs 1853'ten sonra Prens Rusya'ya dönmüş, kendisinden sonra Rusya büyükelçiliklerini ülkelerine çağırmıştır. Bu ülkeler arasındaki çekişmenin diplomatik yollarla çözülmeyeceğinin göstergesidir çünkü artık ortada bir iletişim kanalı kalmamıştır, yani Osmanlı ve Rusya bu hareketten itibaren savaşın başlangıcı sürecine girmiştir. Diplomatik yolların tükenmesinin ardından Osmanlı Devleti Rusya, Fransa, İngiltere ve Avusturyaya boğaz şeridinde savunma tedbirleri aldığını belirten bir nota iletmiştir. Rusya da aynı süreçte isteklerinin kabul edilmesi isteğini tekrarlamış, reddedilmesinin ardından 3 Temmuz tarihinde Prut nehrini geçerek Boğdanı işgale başlamıştır. Dönemin müşirlerine göre yaklaşık 50.000 askerle harekete geçen rusya Boğdanla yetinmeyerek Bükreşe de yönelmiştir. Aynı dönem Rus Çarı 1. Nikola beyannamesinde Ortodokosların haklarını koruma istekleri nedeniyle bu işgali başlattıklarını belirten bir beyanname yayınlamıştır.
Her ne kadar Rusya Boğdanı işgale başlasa ve ilerlemeye devam etse bile Osmanlı Devleti Rusyaya savaş ilanını ekim ayında vermiştir. Aradaki 3 aylık sürecin nedeni Avrupa devletlerinin uzlaşma ortamını başarmaya çalışmalıdır. Bunun olamayacağı anlandığında Fransa ve İngiltere Osmanlı Devletine desteklerini belirtmişlerdir. Bunun nedeni de Rusyanın ilerlemesi halinde boğazlara hatta İstanbula yöneleceğini bilmeleridir. Rusyanın İstanbul'u işgal ettiği bir durumda nihai hedeflerine ulaşmış olacağı ve bunun Avrupadaki yeni yeni oluşmakta olan güç dengelerini bozacağı dönemin büyük ve gelişmelerini tamamlamış devletleri Fransa ve İngiltere tarafından görülmektedir. Rusyanın ilerlemesinin bir sınırının olmadığı ve durdurulamazlarsa İstanbula kadar yöneleceklerini Osmanlı ve Avrupa devletleri 93 harbinde görecekledir. Tüm bunların sonucunda Kırım harbi ve 93 Harbinde Osmanlı ve Rusya adlarını duyduğumuz kadar Fransa ve İngiltereyi de duyuyoruz.
Osmanlının savaş stratejisine bakacak olursak, bu saldırı üzerine Osmanlı ordusunun stratejesi yenmek değil yenilmemek üzerineydi. Osmanlının bu savaşta bir hedefi varken Rusyanın nereye yöneleceği bilinmiyordu. Bu nedenle ordular Tuna çevresi ve Balkanlardaki kalelere dağıtıldı. Böylelikle hem daha büyük kayıplardan kaçınılıyor hem de Rusya'nın anlamsız ve her yere yönelebilecek duruşuna karşı geniş bir önlem alınıyordu. İhtiyaç dahilinde bu dağılmış orduların birleşeceği de ordu içindeki öngörülerden biriydi. 1853 başlangıcında 6000 askerden oluşan bu küçük birlikler savaş sürecinin ilerlemesi ile 18.000-20.000 kişiye kadar arttırılmıştı.
Rusyanın prensin ve çarın söylemlerini dikkate almazsak eğer başlangıçtaki amacının belli yerleri işgal etme yoluyla Osmanlı ve Avrupaya gözdağı vererek istediği yaptırımları geri almak olduğunu söyleyebiliriz. Dönemin çarı ise gerekilen durumda İstanbulun da işgal edilebileceği yönünde mektuplar yazıyordu. Bu gözdağı düşüncemizin devamı olarak 3 Temmuz 1853te Rusya Memleketeyni (eflak ve boğdan) 3 hafta içerisinde işgal etti. Rusyanın işgali sonrasında 2 ay içerisinde kimse çatışmayı başlatan kişi olma sorumluluğunu üstlenmek istemediği için ilk sıcak çatışma ekim ayının sonlarında yaşandı. İlk çatışmadan 1 ay sonra
yaşanan Otlaniçe Muharebesi Rusyanın geri çekilmesiyle sonuçlandı. Yine neredeyse 1 ay sonrasında yaşanan ve Kırım savaşının en kanlı muharebesi olan Çatana muharebesi de Rus geri çekilmesiyle sonuçlandı. Üstünlük sağladığımız bu muharebelerde bile Osmanlının amacı taarruz değil savunmaktır. Ele geçireleceği istihbaratı alınan toprak çevrelerinde (örn. Kalafat) Rus ordularına saldırdıklarını gormekteyiz. Çatana muharebesinin ardından kendisi de savunma çabalarına giren ve savaşın yakında biteceğini düşünmeyen Rusya balkanlardaki asker sayısını arttırdı, son takviyeler ile birlikte asker sayısı 150.000e ulaşan Rusya 1854 yılının mayıs ayında silistre kalesini kuşattı. Burada söylememiz gereken bir şey var, bu muharebelerin gerçekleştiği dönem Osmanlının ne askeri ne iktisadi ne de huzur açısından en iyi dönemleri değildi. Osmanlı Devleti Silistre Kuşatmasını atlattı, kaleyi savundu, Rus birlikleri Tunanın ucuna kadar ilerledi fakat bu zafer hem Osmanlı komutanlarını hem de dönemin Avrupalılarını şaşırtan bir gelişmeydi. Kırım savaşının önemi de budur, zor zamanlarında kendini kurtarmaya çalışan bir devletin şaşırtıcı bir zaferi.
Muharebeleri sayarken zaman akışını bölmemek için değinmediğim fakat savaşın akışını önemli ölçüde değiştiren bir olay ise Sinop faciasıdır. Rus birlikleri 30 kasım 1853 yılında zalimce bir yolla kahramanca direnen Sinop civarına demir atmış Türk birliklerinin tüm gemilerini yaktı. Bu faciada şehit olan asker sayımızın yaklaşık 2 bin kişi olduğu tahmin edilmektedir. Bu faciadan sonra savaşın başında da Osmanlı tarafını savunduğunu belli eden Avrupa devletleri görüşmelerini hızlandırmıştır. Eflak ve Boğdanın işgalinden hemen önce Rusyaya durması yönünde bir uyarı olan Viyana Notasını yollayan İngiltere ve Fransa Sinop faciasından sonra aynı düşünceleri belirten bir uyarı daha yollamış fakat cevapsız kalınmıştır. Bu notaların cevapsız kalmasının ardından İngiltere ve Fransa savaşa bizzat müdahale olma kararı almıştır. Savaşın başlangıcında bahsettiğimiz Avusturya ise askeri yollardan olmasa da antlaşma yoluyla Osmanlıya destek vermeyi kabul etmiştir.

(Paris Antlaşması öncesi görüşmeler, temsili, 1856)
1854 yılının Eylül ayında Fransa ve İngiltere Memleketeyn dediğimiz bölgeye 50 bine yakın asker yollamıştır. Bu yıl civarında piyometenin de Osmanlıya desteğini belirtmesi üstüne Rusya iyice yalnız kalmış, ayrıca içişlerinde değişiklikler de olduğundan görüşmeleri kabul etmiştir. Rusyanın taviz vermemesi üzerine viyana görüşmeleri kısa bir süre içerisinde sonlanmış ardından tekrar silahlı çatışmaya geçilmiştir. Bu sefer savaş balkanlardan ziyade Kırım cephesinde aktiftir. Ancak tamamen tek başına kalan Rusya bu ısrarını 1856'ya kadar sürdürebilmiştir. Paris konferansı kabul edilmiş, 30 Mart 1856 yılında imzalanan Paris Antlaşması sonucunda ise 3 yıl sürdürülen savaşa son verilmiştir. Rusya işgal ettiği topraklardan çekilmiştir. Bu antlaşmada dikkatimizi çekmesi gereken bir madde ise Osmanlının bir Avrupa devleti sayılmasıdır. Bu maddeyi belki de gözünün dönmesine izin veren Rusya karşısındaki birleşmenin bir örneği olarak kabul edebiliriz.
Bu yazımızda başlangıç öncesi ikliminden sonuna kadar bahsettiğimiz Kırım savaşı her açıdan osmanlının son 100 yılındaki durumunu gösteren fakat farklı bir örnek olan zaferlerden biridir.
Commentaires